Edebi-Tarihi

Diyarbakır Ulu Camii

1

Geçtiğimiz günlerde Sümbül Sokak’ta yazdığımı bilen bir yakınımla Diyarbakır Ulu Camii hakkında konuşmuştuk. Ne kadar etkileyici ve tarihî bir mabed olduğundan, İslam aleminin beşinci büyük ibadethanesi kabul edildiğinden bahsederken burayı yazmamı rica etti. Bu yazıda Diyarbakır Ulu Cami’nin konu edilmesinin sebeb-i hikmeti işte bu ricaya icabet etmek efendim.

Şehrin en merkezi ve kalabalık yerlerinden birinde Cami-i Kebir Mahallesi’nde yer alan Ulu Cami, revaklarla bezeli geniş avlusuna girer girmez kendine çekiyor sizi.

Kaynaklardan Diyarbakır’ın 639’da Hz. Ömer zamanında fethedilmesinden sonra burada mevcut olan Mar Toma Kilisesi’nden camiye dönüştürüldüğünü okuyoruz. Bu durumda Anadolu’nun en eski camilerinden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şehir 1085’de Selçuklu hakimiyetine geçince Sultan Melikşah’ın emriyle vali Amîdüddevle tarafından 1090 yılında cami esaslı bir biçimde onartılmış. Zaman ilerledikçe ve çeşitli medeniyetler şehre hakim oldukça eklemeler, genişlemeler ve farklı onarımlarla bugünkü abidevi görünüşünü kazanmış. Büyük Selçuklular, Akkoyunlu Devleti, Artuklu Beyliği ve Osmanlı Hükümdarlarına ait camide bulunan kitabelerden burada hüküm sürmüş medeniyetlerin Ulu Cami’ye verdiği önemi anlayabiliriz.

Geniş avlunun çevresine sıralanmış Hanefiler ve Şafiîler bölümleri, Mesudiye Medresesi, revaklar, eskiden muvakkithane olduğu düşünülen kütüphane, abdesthaneler ve batıdaki revak üzerinde Kur’an kursu bulunan Ulu Cami’yi bir külliyeye benzetebiliriz. Hatta bu güzide mabed içerisinde Osmanlı döneminden kalma şadırvan, yükselti üzerinde namazgâh ve havuz da bulunmakta. Avluda dikkati çeken bir diğer yapı ise kuzey girişinin önündeki güneş saati. Büyük İslam alimi el-Cezeri’nin planlayıp yaptığı saat, mermere yerleştirilmiş metal parçasından oluşmakta ve 900 yıldan beri güneş ve gölge hareketleriyle zamanı göstermekte.

Kıble duvarına bitişik inşa edilen kare planlı minare koyu renkli taştan yapılmış. Caminin mihrap ve minberi Osmanlı döneminde onarılırken değiştirildiği için orijinal mihrap ve minberin nasıl olduğunu ancak hayal edebiliriz.

Caminin harim kısmı dikdörtgen planı ve tam ortada bulunan kubbesiyle dikkat çekiyor. Kalem işiyle bezeli kubbe siyah taşla inşa edilen iç kısma hareket kazandırmış. Tavandaki kalem işleri Osmanlı dönemi süslemelerini andırıyor.

Başlarken Diyarbakır Ulu Cami’nin İslamiyet’in beşinci büyük mabedi sayıldığından bahsetmiştik. Mekke’de Mescid- Haram, Medine’de Mescid-i Nebevî, Filistin’de Mescid-i Aksa ve Şam’da bulunan Emevî Ulu Cami’den sonra Diyarbakır Ulu Cami Bursa Ulu Cami’yle beraber tarihi özellikleri ve içerisindeki manevî kıymetlerle beşinci sırada kabul edilir.

Peygamberler ve sahabeler şehrinin simgesi olan Diyarbakır Ulu Cami farklı medeniyetlerin izlerini asırlardır mimarisinde saklar. Şehrin kültüründe ve dilinde kendini gösteren çeşitlilik ve zenginlik ramazanlarda Ulu Cami’nin avlusunda kurulan iftar çadırlarında, dolup taşan teravih namazlarında belirginleşip birleşir. Sofrada ekmek ve dualar paylaşılır, nimeti verenin huzurunda dillerden dökülen dualar gönülden gelen amin nidalarına karışır.

Umulur ki tutulan oruçlar şükrümüzü arttırsın, bize lütfedilen nimetlerin idrakini ve üzerimize düşen sorumluluğu fark etmeyi nasip etsin. Amin.

Hayriye
Üniversite için geldiği İstanbul’da yaşaya kalan bir Sivaslı. Bir çift kirazın anneannesi. Hikaye anlatmayı, yazmayı, okumayı, gezmeyi sever.

    Çocukluğa İnmek

    Önceki içerik

    Özrün En Kıymetlisi: Tövbe

    Sonraki içerik

    1 Yorum

    1. Gitmek isteyenlere bir önrehber niteliğinde yine çok güzel bir yazı…en kısa zamanda nasip olsun inşallah… kaleminize sağlık

    Yorum Yaz

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir