Dedi gördüm ol Habib’in ânesi
Bir aceb nur kim güneş pervanesi
(O habibin annesi acayip bir nur gördüğünü
söyledi. Bir nur ki güneş onun pervanesi.)
Berk urup çıktı evimden nâgehân
Göklere dek nûr ile doldu cihân
(Bu nur birdenbire parıldayıp evimden yükseldi.
Bütün cihan göklere kadar nur ile doldu.)
Gökler açıldı vü feth oldu zulem
Üç melek gördüm elinde üç alem
(Gök kapıları açıldı ve karanlıklar aydınlandı.
O sırada elinde üç sancak bulunan üç melek gördüm.)
Biri meşrık biri mağribde onun
Biri damında dikildi Kâbe’nin
(Biri doğuda, biri batıda, biri de Kâbe’nin damında dikildi.)
Divan şiirinde âşığı temsil eden ‘pervane’ geceleyin ışığın çevresinde görülen küçük kelebek anlamındadır. Eskiden şairler şiirlerini geceleyin mum ışığında yazarlarmış ve o mum ışığının çevresinde uçuşan küçük kelebeklerden ilham alırlarmış. Pervane ışığın etrafında döner döner ve en sonunda kendini mum ışığına bırakır, onda yanar, kendisini onda yok edermiş. Bu yüzden şairler, pervaneyi aşığa, mum ışığını maşuka benzetirlermiş.
Güneş ise hepimizin bildiği gibi ışığı, parlaklığı, ısısı ve ısıtmasıyla bilinir. Işığını cömertçe her yere dağıtan ‘güneş’ gök cisimlerinin sultanıdır. Ay bile ışığını güneşten alır.
Dedi gördüm ol habibin ânesi
Bir acep nur kim güneş pervanesi
beytinin anlamı yadsınamayacak derecede büyüktür ve kulak dolgunluğuyla şöyle bir okunup geçilemeyecek kadar önemlidir. Mevlid-i Şerif‘in her bir beytinde olduğu gibi burayı da güzelce düşünmeli, anlamaya çalışmalıyız.
Burada tasvir edilen nur, Muhammedî nurdur. Muhammedî nurun azameti, güç ve kudreti iyice anlaşılsın, idrak edilsin diye sadece dünyayı değil pek çok âlemleri ışığı ile aydınlatan ve sıcaklığı ile ısıtan güneşin, o nur etrafında pervane olduğu misal getiriliyor. Muhammedî nurun varlığı ve ışığı, öyle güçlü öyle azametli ki, güneş bile kendini onda yok edebilir. Hüseyin Vassaf, Mevlid-i Şerif şerhini yaptığı Gülzâr-ı Aşk isimli eserinde, bu beyte bir de şöyle bir açıklama getirir;
Hakikat ehli her şeyi kemaliyle görür. Hakikat ehli sırasına geçmeyen insanlara bu gibi haller imkânsız görünür. Ama Allah Teâlâ her şeye kâdirdir. Bu beytin bâtınî bir mânası vardır ki o da şöyledir: Nur hakîkat-ı Muhammedî, güneş ise akl-ı insanîdir. Akl-ı insanînin eriştiği en yüksek dereceye insan hayret etmektedir. Akl-ı insanî böyle yüksek bir dereceye eriştiği halde hakîkat-i Muhammedî’yi idrakte aciz kalır ancak, nûr-i hakîkat-i Muhammedi‘nin pervanesi olmuştur.
Berk urup çıktı evimden nâgehân
Göklere dek nûr ile doldu cihân
Sahabe-i kiramdan olan Abdullah bin Selâm’dan şöyle rivayet edilmiştir:
Hz. Peygamber’in doğduğu sene bir gece ulemâdan bir kimse ile beraberdim. O başını semâya çevirip baktı ve bana şöyle söyledi: ‘Bu gece Mekke’de Arap kabilesinden bir erkek çocuk doğdu ve âlemi pür-nûr eyledi. ‘Ben ise cevaben ‘bunu sana kim bildirdi?’ dedim. ‘Semâda bir azîm nur gördüm ki dünya yaratıldığından beridir bir benzeri daha görülmemiştir.’ cevabını verdi. Odama geçtim. Vakit gece olduğu halde odamın içinde gerçekten yetmiş kadar mum yanıyormuş gibi bir parlaklık gördüm. Bu hadisenin yaşandığı tarihi kaydettim. Sonrasında Mekke’ye geldim ve kimseye bir şey söylemeden sustum. Hakikaten o âlimin dediği doğruymuş, anladım.
Molla Câmi Şevahidü’n-Nübüvve isimli eserinde şöyle bir rivayet aktarır:
“Abdülmuttalib’in kızı Safiyye diyor ki: ‘Hz. Muhammed’in doğumunda Âmine’nin ebesiydim. O’nun nuru, lambanın ışığından fazlaydı. O gece altı alâmet gördüm.
Birincisi, doğar doğmaz secde etti.
İkincisi, başını kaldırıp fasih lisan ile ‘La ilahe illallah innî resulullah’ dedi.
Üçüncüsü, O’nun nuru ile ev çok ışıklandı.
Dördüncüsü, doğduktan sonra yıkamak istediğimde, ‘zahmet etme biz onu yıkadık’ diye bir ses işittim.
Beşincisi, sünnet olmuş ve göbeği kesilmişti.
Altıncısı, kundağa sararken, iki küreği arasında, nübüvvet mührünü gördüm. Üzerinde ‘La ilahe illallah’ yazılıydı.'”
Gökler açıldı vü feth oldu zulem
Üç melek gördüm elinde üç alem
Biri meşrık biri mağribde onun
Biri damında dikildi Kâbe’nin
İmam Kastalanî El-Mevahib-ül Ledüniyye isimli eserinde, doğum esnasında Hz. Âmine’nin gözlerinden perdenin kaldırıldığını, doğu ve batı arası her şeyin gösterildiğini söyler ve Hz. Âmine’nin şöyle söylediğini ekler.
“Gördüm ki doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe’nin üstünde bir bayrak var. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya nazar ettim, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı, kapladı ve gözden sildi. Bir ses işittim ‘doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin, tâ mahluklar O’nu ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar! Biraz sonra bulut kalkıp gitti.”
Rabbimiz bize Efendimiz’i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanımayı nasip etsin.
Âmin Rabbim bu dünyadan gitmeden görmeyi nasip etsin.
Amin 🌹